21 Eylül 2009 Pazartesi

Maskeli balodan bir kesit

Benim sadık yarim kara topraktır diyor Aşık Veysel. Ne güzel söylemiş. Ne yaparsam yapayım yine beni gül ile karşılıyor.Evet öyle de artık bu zamanda daha neler etmedik ki biz bu sadık toprağa.Allah'tan bize verilen en önemli emanete ihanet ediyoruz, hiç düşünmeden.Aşık Veysel'in dediği işkenceler çok masum kalıyor bu ihanet karşısında.İnsanın insana ihaneti vardı da,artık bunu da aştık biz insanoğlu.Sadece sadık yarimiz kara toprakla da sınırlı değil ihanetimiz, tüm doğaya, çevremiz de olan herşeye ihanet noktasındayız. Bizler hakkıyla taşıyamadık bu emanetleri. İnsanoğlu azgınlıkta sınır tanımıyor, saltanat ve hakimiyet hırsı uğruna. Evet sadık yarimiz artık can çekişiyor. Artık çığlıklar atıyor da duymuyoruz. Bu böyle giderse artık bizi gül ile karşılayamayacak. Hepimiz gün geçtikçe bu maskeli baloda yerimizi almaya başlıyoruz yavaş yavaş, sahte yüzlerimizle. Öyle bir noktaya geldik ki bu maskeli baloya katılmayanlar, sahte yüzleri takınmak istemeyenler alay konusu olmaya başlıyor.Yaşayamaz oluyor, nefes alamaz hale geliyor. Böyle olmasına rağmen direniyor ve bu maskeleri düşürmek için çabalıyor durmadan. Aslında bu maskeler yüreklerimizde bizim...


Melda Yaşar
KARA TOPRAK
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır.
beyhude dolandım, boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır.
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü istediğim topraktan aldım
Benim sadık yarim kara topraktır

Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi
Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi
Kazma ile dövmeyince kıt verdi
Benim sadık yarim kara topraktır

Adem'den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve bitirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yarim kara topraktır.

Karnın yardım kazmayınan, belinen
Yüzün yırttım tırnağınan, elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yarim kara topraktır

İşkence yaptıkça bana gülerdi
bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi
Benim sadık yarim kara topraktır.

Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yarim kara topraktır.

Bir dileğin varsa iste Allah'tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan
Benim sadık yarim kara topraktır.

Hakikat istersen açık bir nokta
Allah kula yakın, kul da Allah'a
Hakkın gizli hazinesi toprakta
Benim sadık yarim kara topraktır.

Bütün kusurumu toprak gizliyor
Melhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yarim kara topraktır.

Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel'i bağrına basar
Benim sadık yarim kara topraktır.

AŞIK VEYSEL

6 Eylül 2009 Pazar

ON DOKUZ YILLIK UYKU

Sevgilim kazanın üzerinden tam on dokuz yıl geçti. Tam on dokuz yıl, ben senin o derin uykudan uyanmanı bekledim. Bu gün uyandın. Bir gün uyanacağın ve gözlerime bakacağın anın umudunu yüreğimde hiç yitirmedim. Hep bekledim seni.
Şimdi o kazayı geçirdiğin günü ve ondan bir hafta sonra uykuya dalışın, uyanmanı bekleyişim aklıma geliyor. Uzun bir süre sonra doktorun bana gelip, ötenaziden bahsedişini hatırlıyorum. Gözlerim yaşlarla dolmuş, hayır diye bağırarak kaçmıştım hastaneden. Sana kıyamazdım, konuşmasan da hiç tepki vermesen de varlığın yetiyordu bana. Her gün yanına gelip duygularımdan, sana olan askımdan söz ediyordum, ellerinden tutarak. Biliyordum beni hissedeceğini. Biliyordum ki beni yalnız bırakıp gitmezdin, gitmedin de! Hep savaştın. Ben de savaşmalıydım beklemeliydim, bekledim. Sevgimiz, askımız öyle büyüktü ki sana da, bana da bekleme ve savamsa gücünü verdi. Öyle büyüktü ki bir mucizeye birlikte imza attık. Ölmüş olsaydın eğer sana kavuşacağım günün sevdasıyla yine seni beklerdim. Ve o gün geldiğinde yüzümde mutlu bir gülümsemeyle koşardım sana sevgilim. Hatırlıyor musun sen bana daha sevgini söylememişken, ben içimde sana askımı büyütürken, seni iki yıl beklemiştim. Hem de senin bana dönmeyeceğini, Beni sevmediğini düşündüğüm zamanlarda seni beklemiştim. Ama sen hiç ummadığım bir anda dönmüştün bana. Beni çok şaşırtmıştın. Bu kez de döneceğin ve beni şaşırtacağın umudunu taşıyarak bekledim seni. Biliyor musun sana daha önce hiç anlatmadığım bir korku vardı içimde. Ama sen, sana söylediklerim kadar, söylemediklerimi de hissederdin hep. Ben hep yalnız ve sensiz ölmekten korktum. Bunu hissetmiş olmalısın ki beni bırakıp gitmedin. Beni yalnız bırakmadığın, beni yine şaşırttığın için çok teşekkürler!

Melda Yaşar
BUZULLARIN ARDINDAN GELEN ÇIĞLIKLAR

Bir haziran günüydü. Yüreğim yıllardır özlemini çektiği ve hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini sandığı mutluluğu yakalamıştı. Kağıttan yaptığım gemilerin yerini, orkinosların, martıların hatta kuğuların bile kıskandığı bembeyaz gelin gibi süslenmiş fırtınalarla, şimşeklerle batmayacak bir gemi almıştı, belki de. Bir bakmıştı ki bu gemiyle mavi bir yolculukta. Kendini bir türlü inandıramıyordu ya da inanıyordu da korkuyordu kaybetmekten. Belki de bu yüzdendi yüreğimi ve gözlerimi, denizin mavi derinliklerine bırakamayışım. Söyleyecek o kadar çok şeyi vardı ki yüreğimin. Fakat hiç birini söyleyemedi. Sustu sadece sustu. Aslında çok şey anlatıyordu suskunluğu. Söylenmemişlerde gizliydi her şey. Fakat bilemezdi ki en güçlü gemiler bile dayanamazdı fırtınalara. Tam kendini bu mutluluğa inandırmaya başlamışken korktuğu başına gelmişti. Ufacık bir lodos batırmaya yetmişti o güzeller güzeli gemiyi. Lodosun estiğini de fark etmemişti. Aniden bütün maviler siyaha dönmüştü. Temmuz ayında buz tutmuştu yüreğim. Buzulların ardında kalmıştı. Buzulların ardından çığlıklar atıyor fakat bir türlü sesini duyuramıyordu maviliklere. Fakat hiçbir zaman suçlu değildi mavi denizler. Bu mavi yolculuğu yüreğim başlatmış, belki bitiren de yüreğimin suskunluğu olmuştu haykırmak isterken.

Melda Yaşar
CESUR YÜREK

Filim, kahramanın daha çocukken yaşamış olduğu hüzünlü bir olayla başlıyor. Daha sonra yüreğine düşen ilk aşk ve ardından aşık olduğu kadının öldürülmesiyle, içinde alevlenen intikam ateşi. İşte bu iki duygunun etkisiyle, kahramanımızın ulaştığı zafere giden yolun öyküsü, filmin konusunu oluşturuyor. Ve sonunda kahramanımızın elinden düşen sevdiğinin mendili, gözlerinde kazandığı zaferin parıltısı ve dudaklarından haykırdığı ‘ÖZGÜRLÜK’ sözleriyle ölüme gidiyor hiç düşünmeden.
Bu filmi izledikten sonra çok farklı duygu ve düşünceleri bir arada yaşıyor insan. Evet aşk ve intikam duyguları kahramanımızı nerelerden nerelere getirip, neleri başarmasına sebep oluyor. Bu iki duygu onun yüreğinde içsel (itici) bir güç oluşturup, cesur bir yürek ortaya çıkarıyorken, aynı zamanda da gizli kalmış veya bastırılmış başka cesur yüreklerin de meydana çıkmasına sebep oluyor. Bu da açıkça gösteriyor ki, bir insan kendisinden yola çıkarak, başka insanları da etkileyip ortaya güzel şeyler çıkarabiliyor. Fakat insan bir an düşünmeden edemiyor. Acaba kahramanımızın yüreğinde sadece aşk duygusu olsaydı, intikam duygusu olmasaydı yine filmin sonunda ulaştığı zafere ulaşabilir miydi? Ya da aşk olmasaydı da bunun yerine intikam, hırs, ihtiras, kin, kıskançlık duygularından biri veya bir kaçı birden olsaydı, filmin sonu nasıl olurdu?
Hayatta, bazı zor hedeflere ve en zirvedeki hayallere giden yolda karşılaşılan zorluklardan kaynaklanan, iç kanamaları ve dibe vurmalardan sonra, yüzeye çıkarak bir nefes alıp o zirveye ulaşmak için insanın, içsel bir güce ihtiyacı olduğunu fark ediyorsunuz filmi izlerken.
Fakat öncelikle, insanın bu gücü oluşturacak duyguyu keşfetmesi gerekiyor. Bazen de bunu fark etmek kadar eksikliğini gidermek de çok büyük bir önem taşıyor sanırım. Çünkü bu olmadığı zaman veya fark edilmediği zaman insan yaşamı tamamıyla aksıyor ve insan sıradan, amaçsız bir yaşam sürdürmek zorunda kalabiliyor. Günümüzde çevremizdeki insanlara baktığımızda, bu gücün fark edilmediğini ve hatta fark etmek bir yana, insanlara ne yapmak istediğini, amaçlarını, hayallerini sorduğunuzda, parlayan gözlerle anlatan birini bulmak mümkün olmuyor çoğu zaman. Bunun doğal sonucu olarak da işimizden, patronumuzdan, eşimizden, çocuklarımızdan kısacası hayatımızın her aşamasından şikayet eder hale geliyoruz. Arkamızda, sıradan hayatlardan arta kalan sıradan işler bırakıyoruz. Bilmiyoruz ki hayat bir sanat inceliğinde yaşanmalı ve yaptığımız her işte bir sanat eseri ortaya çıkarmalıyız. Fakat hayatı sanat gibi yaşamak, tıpkı filmde olduğu gibi cesur bir yüreğin işidir. Ancak son zamanlarda hayatı sanat gibi yaşamak değil de hayatta kalabilmek için bile cesur bir yüreğe sahip olmak gerekiyor.
Film ayrıca geçmişteki savaşımlarla günümüzdeki savaşımları da açıkça ortaya koyuyor. Filmin geçtiği tarihlerde insanlar özgürlükleri, aşkları için savaş verirken, günümüzde ise hayatta kalma savaşına dönüştü her şey ve tüm gücümüzü, emeğimizi bunun için harcıyoruz. Böyle olunca da maddiyet ön plana çıkıyor. İnsani duygular köreliyor yavaş, yavaş.
Oysaki geleceğin önüne sıradan işler veya yakılıp yıkılmış harabeler bırakmak yerine ürettiğimiz sanat eserlerini bırakmalıyız. Bu da insani duyguların içsel bir güç oluşturduğu cesur yüreklerle mümkün olabilir ancak.


Melda YAŞAR