1 Aralık 2010 Çarşamba

ŞEKİLCİLİK

Geçen gün okuduğum bir haber çoktandır kabaran duygularımı yeniden canlandırdı. Okuduğum haber şöyleydi. Cuma öğretmenimiz bir köyde çok başarılı bir öğretmen. Ve bir gün öğrencilerine cesaretten ve farklılıklardan bahsederken, bir öğrencisi diyor ki ''Hocam sizde farklı olma cesareti var mı?'' Cuma öğretmen olduğunu kanıtlamak için kulağını deldirip küpe takmaya başlıyor.Ve bu süreçte olanlar oluyor. Neredeyse işinden olacak. Çekmediği kalmıyor, bu küpe yüzünden.Başka okula atanıyor. Ve bunun sonucunda öğrencileri de farklılıkları göstermenin nasıl sonuçlanacağını böylece öğrenmiş oluyor. Cesaretin kırılması ve korkudan başka bir şey öğretmiyor çocuklara bu olay. Sizce bundan sonra o çocuklar nasıl hareket eder,özgür olabilir mi acaba? Bu olayı okuyunca hemen yine düşünmeye başladım daha doğrusu kendimi buna zorunlu hissettim. İnsanların şekilleriyle, ne giydikleriyle, saçıyla başıyla uğraşmaktan, onların ne kalbinin güzelliğini veya çirkinliğini, ne de yaptıklarının güzellliğini-çirkinliğini görüyoruz. Gözlerimizin gördüğü şeklinden hemen bir yargıya varıyor, tepki gösteriyoruz. Ve bu şekilcilik maalesef ki, ülke gündemini bile meşgul eder hale geldi ne zamandır. Ve asıl konuşmamız gereken gerçeklerden hep uzak kalıyoruz. Şimdiye kadar dindarım diyen insanlar bıyıklarıyla giydikleriyle,türbanlarıyla, göstere göstere yaptıkları ibadetletleriyle ben daha dindarım demek istedi ve hep bunu gösterme çabasında oldu. Neden? Bunu yapmayanları ya da bir şekilde toplum önünde göstermeyen insanları dinsizmiş gibi algıladı. Ya da öyleymiş gibi gösterdi insanlara.Kısacası dinsizlik etiketi yapıştırdılar. Bunu yapanlar şunu bilsin ki, bu yaptıkları tamamiyle bir gösterişten, şekilden ibarettir ve asla daha dindar olmanın bir ölçüsü olamaz. Bu toplum içerisinde bir ayrıcalık ve üstünlük kazanma çabasından başka birşey değildir. Artık yaşadığımız süreç bu anlamda ayrıcalıklı ve üstün bir sınıf oluşturmaya başladı. Oysa ki bu yaratılan sınıflar bölünme ve parçalanmadır ki bu da Kur'a'n'a tamamiyle ters bir davranıştır. Şekilcilikle öyle çok çeşitli sınıflar oluşmuş ve işin ilginci bu sınıflar birbirine pek iyi bakmaz hale gelmiş hatta daha da ileri gidip din dışı ilan etmiş diğer bir sınıfı. Oysa ki bunca bölünmüşlüğe karşı bir tek Kur'an var. İslamiyet şekilcilikle, şekille sınırlandırılamaz asla. Ama öyle günlerden geçmekteyiz ki din sadece şekle hapsedilmiş durumda. Bunu yapan insanlar da dine zarar vermekten başka bir işe ortak olmuyorlar.

Ben hiç kimseye inancımı ispatlamak zorunda değilim. Ve bu anlamda da inancın gösteriş unsuru olarak, şeklen herkesin gözü önünde yapılmasını doğru bulmuyorum. Bu durum çok özel bir durumdur ve herkesin içinde, bu özelliğini güzelliğini kaybediyor diye düşünmekteyim. İbadeti kimin için yapıyoruz,Allah için, Allah ile aramdaki diyalogdur benim.Peki o zaman bunu insanlara niye göstereyim ki. Sonra öyle insanın şekline bakarak dindarlık yargısına varılamaz.

Aynı şekilde Atatürk olan sevgimi de, Atatürkçülüğümü de kimseye rozetle, dış göünüşümle ispatlamak zorunda da değilim. Atatürk'ün düşüncelerini yaşatabildiğim ve uygulayabildiğim kadar Atatürkçüyümdür ben. Milliyetçilik için de aynı şeyleri söylemek mümkün.

Düşünyorum da yıllardır, bizim millet olarak değer yargılarımız sahiplenilmiş. Ve bu saydığım tüm değerler de aynı şekilde şekilciliğe hapsedilmiş. Uygulamaya gelince bakın bakalım bugün hangisi gerçek anlamıyla, özünde hayatımızda var? Bunu özellikle de bu değerleri sahiplenen insanlara soruyorum. Hangisi yaşıyor ülkemizde? Hiçbiri yok ortada. Eğer gerçekten samimi olsaydınız bugün onlarca sıkıntıyı yaşıyor olmazdık ülke olarak. Eğer gerçekten samimi olsaydınız, bu sahiplenmiş olduğunuz değerlerin gereklerini tam olarak yapardınız ve bugün ülke gündemi şekilcilikle bu kadar meşgul olmaz, daha başka şeyler tartışıyor olurduk. Bu ülke, bu devlet bugün kurulmadı beyler bayanlar. Muassır medeniyetin üstüne çıkmış, dünya devletlerine önder, bize Allah tarafından lütfedilen, emanet edilen dünya cennetine sahip çıkan, sahip çıkmayanlara dur diyebilecek, dünyanın herhangi bir köşesinde işlenen zulümlere dur diyebilecek başı dik, mağrur ve adaletli bir ülke olurduk. İşte Büyük Atatürk'ün muassır medeniyetin üstüne çıkma hayali buydu diye düşünüyorum.

Ve dindarım diyenler için de şunu söylüyorum, Kur'an'ın anlattığı İslam da budur işte. Kendin için,çevren için, ülken için ve insanlık için hayra ve barışa yönelik işler yapmak. Her daim adaleti, ve her alanda dengeyi korumak.

Ve diyorum ki bu değerlere sahip çıkanlar, var mı cesaretiniz bunu yapabilecek? Varsa cesaretiniz buyrun beri gelin. Yoksa eğer hiç konuşmayın artık. Savunmayın hiç bir değeri.

Bugün 10 kasım ve bugün bunları yazmaktan, bugün ülke olarak bunları tartışmaktan hicap duyuyuyorum.Atam seni saygı, sevgi ve özlemle anıyoruz. Ve Atam özür diliyorum; Sen'in hayaline sahip çıkamadığımız ve bu anlamda bir adım ileri gidemediğimiz için.

Ruhun şad olsun...

Melda Yaşar 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder