26 Mayıs 2010 Çarşamba

ERCİYES






Kayseri'ye gelişimin üçüncü günüydü.Erciyes'e çıkıyorduk.Müthiş bir heyecan kaplamıştı içimi.Yükseldikçe eteklerinde mükemmel işlenmiş bir oya gibi duruyordu KAR öylece.Öylesine başı dik, öylesine mağrur ve ihtişamlı görünüyordu ki. İnsanlar bu ihtişamı görmeli diye düşündüm.Sanki hemen O ihtişam canlanıverecekmiş de bir arslan misali kükreyecekmiş gibi duruyordu karşımda.Bir korku, bir heyecan aynı zamanda güvende de hissediyordum kendimi.Ne karmaşık bir duyguydu bu...Acaba konuşsa neler anlatırdı bizlere? Memnun muydu,insanlarla devamlı iç içe olamamaktan ve böylesine ulaşılmaz olmaktan.Keşke bir dili olsaydı da,böylesine sessiz olmasaydı da anlatsaydı kendini,dinelemye hazırdım.Aslında duyabiliyor,hissedibiliyor
dum sanki,sanki konuşuyorduk.
Ama şanslıydı.İnsanların ulşabildiği doğa olmaktansa ulaşılmaz olmak güzeldi sanırım.Kimse ona zarar veremez üzemezdi hiç bir zaman. Kendimi düşündüm sonra her nedense. Bu anlmada benziyoruz galiba seninle Erciyes dedim ona.O yüzden de seni anlamakta çok zorlanmıyorum.
En tepeye çıkamadım ama zirvesinde bulunmayı çok isterdim,korkmama rağmen,o heyecanı yaşamak isterdim.Zirvesi bulutlarla sarmaş dolaştı.Sanki oraya çıksam ellerimle tutabilecektim onları. Heyecanla bağıracak ve çığlıklar atacaktım.Bulutların arasına dalıverecektim.Kimbilir ne güzel olurdu orada uyumak.Doğanın şefkatli kollarında uyumak kimbilir ne güzel olurdu.Sanırım en huzurlu uykulara dalabilirdi insan orada....
Melda Yaşar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder