22 Mart 2012 Perşembe

HARDAL DANESİ

'' Oğulcuğum,şu bir gerçek ki, yaptığın, bir hardal danesi ağırlığında olsa, bir kayanın bağrına veya göklere,yahut yerin bağrına konsa, Allah onu yine de ortaya getirir. Çünkü Allah Latif'tir, lütfu sınırsızdır; Habir'dir, her şeyden haberdardır.''(Lokman,16)

Yaptığın bir hardal danesi olsa 1)Kayanın bağrına konması 2)Göklere 3)yerin bağrına konması ile neyi anlatmaya çalışıyor bize.. Kayanın bağrı neyi simgeliyor.Sert ve katı insanlar ya da insan kalabalıklarını, duygularını yitirmiş inanları da anlatıyor olabilir mi diye düşünüyorum.Hani bazen yaptıklarım emeklerim boşa gitti diye düşündüğümüz durumlar yaşıyoruz ya sanırım bunu da anlatmak istiyor bize.Yapılan bir güzellik karşısında o katı kalbin de mutlaka yumuşayacağını anlayabilri miyiz?bazen bir kayanın orasında burasında bir çatlak bir yarık bulup bitkilerin geliştiğini de görüyoruz.Demek ki bir kalp tamamen katı olmuyor mutlaka bir kalpte çatlaklar da oluyor.İşte o zamanlarda yapılan güzellik bir çatlak bulup yeşermez mi dersiniz? Göklere konması ne anlama gelir.Hava boşluk sadece.Oraya düşen de bir yankı buluyor bir faydası oluyor.Yani burada anlatılmak istenen nasıl bir insana tekabül eder diye düşünüyorum.Bilgisizlik ve aklı işetmemeyi tanımlıyor gibi geliyor bana.Bazı durumlarda hiç tepki alamadığımızdan yakınıyoruz böyle insanlara bir şeyler anlatmaya çalıştığımızda.Çok zorlanıyoruz.Ancak bu ayete göre mutlaka bir yer buluyor yapılan güzellik bir şekilde.Bu da şuna benziyor bir uçurum kenarında veya dağların tepesinde boşluğa bağırdığınıda sizin sesiniz geliyor ya geri.Kendi sesimizi duymamız ne demek oluyor.Buradan şu sonucu çıkarmak mümkün. Benim sesim geliyorsa kendim konuşup kendim dinliyorum. Ama şu bir gerçek ki sizin söyledikleriniz o insanda yankı buluyor demektir.Karşıdaki kişinin durumuna göre yansıma da farklı olacaktır.Ama mutlaka bir yanısıması görülecektir bu ayete göre.Bize asla vazgeçmeyin diyor ayet, diye düşünmekteyim.Gelelim yerin bağrına yani toprağa.Sanırım en verimlisi toprak. O hardal danesini bağrından çıkaran yeşerten bir bitki haline getiren topraktır.Toprak çok elverişli gelişim için.O zaman insanoğlu da buradan kendine bir pay çıkarmalı.Toprak gibi olmak.Aşık Veyselin dediği gibi:

Karnın yardım kazmayınan, belinen
Yüzün yırttım tırnağınan, elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yarim kara topraktır

İşkence yaptıkça bana gülerdi
bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi
Benim sadık yarim kara topraktır.

Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yarim kara topraktır.

Bir dileğin varsa iste Allah'tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan
Benim sadık yarim kara topraktır.



Melda Yaşar

ADALET

Güneş ve Ay.Hesaba bağlıdır her birinin her şeyi. Çimen/yıldız ve ağaç secde ediyorlar. Ve gök.Yükseltti onu. Ve koydu şaşmaz ölçüyü/dengeyi. Azgınlık etmeyin ölçüde/dengede! Ölçüyü/ahengi titizlikle, adaletle koruyun ve saptırmayın ölçüyü/dengeyi.(Rahman: 5,6,7,8,9)

Yemin olsun, biz, resullerimizi açık-seçik delillerle gönderdik ve onlarla birlikte kitabı ve ölçüyü de indirdik ki, insanlar adaleti ayakta tutsunlar/adaletle doğrulsunlar. Hadid,25)

Sonra zulmedenlere şöyle denecek: ''O uzun süreli azabı tadın! Kazandığınız şeyler dışında bir şeyle cezalandırılmayacaksınız!'' Zulmetmiş her benlik, yeryüzündekiler kendinin olsa, kurtulmak için tümünü fidye verecektir. Azabı gördüklerinde pişmanlığı ta içlerinde duyarlar. Aralarında adaletle hükmedilmiştir. Asla zulme uğratılmazlar.(Yunus: 52,54)

Kıyamet günü için adalet terazilerini kuracağız/adaleti terazilere koyacağız. Hiç kimseye zerre kadar zulüm edilmeyececk. Hardal tanesi kadar birşey olsa onu ortaya getiririz. Hesapçılar olarak biz yeteriz! Yemin olsun, biz, Musa'ya ve Harun'a hak ile batılı ayıran, korunanlar için bir ışık ve öğüt olan furkanı verdik. Yemin olsun, İbrahim'e daha önceden, doğruyu bulma gücünü vermiştik. Onu bilmekteydik biz! Babasına ve toplumuna şöyle demişti: ''Şu başına toplanıp durduğunuz heykeller de ne?'' Dediler: ''Atalarımızı onlara ibadet eder bulduk.'' Dedi: '' Vallahi, siz de atalarınız da açık bir sapıklık içine düşmüşsünüz!'' (Enbiya: 47,48,51,52,53,54)

De ki onlara: ''Hadi, gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını yüzünüze karşı okuyayım: Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın.Ana-babaya çok iyi davranın. Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; biz sizi de onları da rızıklandırırız. Kötülüklerin görünenine de gizli kalanına da yaklaşmayın. Allah'ın saygın ve aziz kıldığı cana, bir hakkı savunmak dışında kıymayın. Allah size bunları önerdi ki, aklınızı işletebilesiniz.'' ''Yetimin malına yaklaşmayın! Ancak rüştüne erişinciye kadar en güzel yolla ilgilenme hali müstesna. Ölçme ve tartmayı tam bir dürüstlükle yerine getirin. Hiç kimseyi, gücünün yeteceğinden daha azını teklif etme dışında yükümlü tutmuyoruz. Konuştuğunuz zaman, yakınlarınız aleyhine de olsa, adaleti gözetin. Ve Allah'a verdiğiniz söze sadık kalın. Düşünüp öğüt alasınız diye O size bunları önerdi. Bu benim dosdoğru yolumdur, onu izleyin, başka yolları izlemeyin! Yoksa bu hal sizi O'nun yolundan uzaklaştırıp parçalara böler. Sakınıp korunasınız diye O bunu önermiştir size. (En'am: 151,152,153)

Kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki kıskançlık ve azgınlık yüzünden fırkalara bölündüler. Eğer belli bir süreye kadar erteleme sözü Rabbinden gelmiş olmasaydı, aralarında iş mutlaka bitirilirdi. Onların ardından kitaba mirasçı olanlar da onun hakkında, işkillendiren bir kuşku içindedirler. İşte bunun için sen çağrıda bulun/dua et ve emrolunduğun gibi dosdoğru yürü. Onların boş arzularına uyma ve şöyle de: ''Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım.Aranızda adaleti sağlamakla emrolundum. Allah'tır, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size! Bizimle sizin aranızda delil yok! Allah bizi bir araya toplayacaktır/ aramızı bulacaktır. Dönüş O'nadır.''

Gerçeğe ilişkin kitabı ve adalet ölçüsünü indiren o Allah'tır.Nereden bileceksin, belki de kıyamet saati çok yakındır!(Şura:14,15,17)

Allah, kendisinden başka tanrı olmadığına tanıklık etmiştir. Meleklerle ilim sahipleri de adalet ölçüsüne sarılarak tanıklık etmişlerdir ki, o Aziz ve Hakim olandan başka hiçbir ilah yoktur. Allah katında din İslam'dır/barış ve esenlik için Allah'a teslim olmaktır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık/doymazlık/azgınlık/denge noktasından sapma/yalancılık/zulüm/kibir/zinakârlık yüzünden ihtilafa düştü. Kim Allah'ın ayetlerine nankörlük/Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, Allah, hesabı çabucak görecektir.Allah'ın ayetlerini inkâr edip haksız yere peygamberleri öldürenler ve insanlar içinden adaletle emredenlerin canına kıyanlar var ya, işte onlara korkunç bir azabı muştula.Ama hepsi bir değildir. Ehlikitap içinden Allah için baş kaldıran/Allah huzurunda el bağlayan/hak ve adaleti ayakta tutan/kalkınıp yükselen bir zümre de vardır; gece saatlerinde secdelere kapanmış olarak Allah'ın ayetlerini okurlar. (Ali İmran: 18,19,21,113)

Bizim yarattıklarımızdan bir topluluk vardır ki, hak ile kılavuzlar ve yalnız onunla adalet sunarlar. (A'raf Suresi: 181)

Müminlerden iki zümre çarpışırlarsa, onların aralarında hemen barışı kurun! Eğer onlardan biri öteki aleyhine sınır tanımazlık edip saldırırsa, azgınlık edenle, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın. Eğer vazgeçerse, yine ikisi arasını adalet ve dürüstlükle sulh edin. Kuşkusuz, Allah adalette titiz davrananları sever.(Hucurat,9)

Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Allah, adaleti ayakta tutanları sever.(Mümtehine,8)

Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetleyenler olun! Bir topluluğun çirkinlik ve kötülüğü sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun! Bu, takvaya/korunup sakınmaya daha uygundur. Allah'tan sakının. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.Ey resul! Kalpleri inanmamış olduğu halde ağızlarıyla "İnandık" diyenlerin küfürde yarışırcasına koşanları seni üzmesin. Yahudilerden bazıları yalancılık etmek için dinlerler; huzuruna çıkmamış olan başka bir topluluk için dinlerler. Yerlerine oturmuş kelimeleri, yapılarını bozup değiştirirler. "Size şu verilirse alın, eğer o verilmezse çekinin." derler. Allah birini fitneye çarptırmak isterse sen onun için Allah karşısında hiçbir şey yapamazsın. Bunlar o kişilerdir ki, Allah kalplerini temizlemek istemiyor. Dünyada bir rezillik vardır onlar için; âhirette de büyük bir azap var onlara.Yalana iyice kulak verirler, haramı tıka-basa yerler. Sana geldiklerinde, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Ama aralarında hükmedersen, adaletle hükmet. Allah, adaletle hükmedenleri/adaleti ayakta tutanları sever.(Maide: 8,41,42)

Şu bir gerçek ki,Allah size emanetleri,onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor.Allah Semi'dir,her şeyi duyar;Basir'dir,her şeyi görür.(Nisa,58)

Allah'ın isimlerinden bir tanesidir Hakk. Yani gerçeğin kaynağı ve belirleyicisi. Her yaptığı ve emri gerçeğe en uygun olan.Hakkın ve hukukun kaynağı ve belirleyicisi anlamındadır. Yaratılmış tüm ne varsa bir ölçü ve denge içinde yaratılmıştır.Matematiksel olarak da bunun böyle olduğunu bütün bilimler de bize göstermektedir.Evrenin yaratılışından insanın ve tüm varlıkları yaratılışına kadar bir denge sözkonusu.Tüm evreni düşünecek olursak yaratılmış her bir zerrenin bir görevi sözkonusudur. Tüm bunlarda bir denge adalet sözkonusudur.Ve bizlere ayetlerle uyarılarda bunu görmekteyiz.Dengeyi bozmayın diyor.Bu her alanda geçerlidir. Sonra öyle bir adalettir.Yapılan bir hardal tanesi de olsa ortaya getirilecektir.İyi ya da kötü doğru ya da yanlış. İnsanlara gelince bireysel anlamda düşündüğümüzde adalet sevgiden de önce geliyor.Bir yakınınız aleyhine de olsa adaleti gözetiniz diyor.Buna en güzel örneklerden en önemlisi Hz.İbrahim olayıdır. Babası için Allah'tan af diliyor belki ama onun peşinden onun yolundan gitmiyor. Bundan başka ayetlerde de sözkonusudur benzer durumlar. Anne-baba, yakınınız bile olsa onların gittikleri yanlış yolların peşinden gitme diyor Kur'an. Ancak sadece anne-babanla örfe uygun geçin fakat onları yolundan gitme diyor. Yanı kısacası sevdiğiniz bile olsa yanlış bir yoldaysa peşinden gitmeyceksiniz.Yani yanlışın peşinden gitmeyeceksiniz.Adaletin doğrunun peşinden gideceksiniz.Bunun için de İsra Suresi 36. ayete bakmak yeterlidir.

''Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.''

Melda Yaşar

ALLAH'IN KALPLER ÜZERİNE MÜHÜR BASMASI

MUHAMMED SURESİ:

Küfre saplanıp Allah'ın yolundan alıkoyanların yapıp ettiklerini O, boşa çıkarmıştır.(1) İman edip barışa/hayra yönelik işler yapanlar ve Muhammed'e indirilene -ki o onların Rablerinden bir haktır- inanmış olanlara gelince, Allah onların çirkin davranışlarını örtmüş ve gönüllerini barışa yöneltmiştir.(2)

Bu böyledir; çünkü küfre batanlar boş ve tutarsıza uymuşlardır. İman edenler ise Rablerinden gelen hakka uymuşlardır.İşte Allah, insanlara kendi durumlarını bu şekilde örnekleyerek anlatır.(3)......... Allah yolunda öldürülenlerin amelleri asla göz ardı edilmeyecektir. Onları doğruya/iyiye/güzele kılavuzlayacak ve kalpleri ıslah edecektir/barışa yöneltecektir.(4,5)

Küfre sapanlara gelince, kayıp ve yıkım onlara! Yapıp ettiklerini boşa çıkardı onların. Bu böyledir; çünkü onlar Allah'ın indirdiğini tiksindirici bulmuşlardır, Allah da onların tüm amellerini boşa çıkarmıştır.(8,9) Bu böyledir çünkü Allah, iman edenlerin Mevla'sıdır. Küfre sapanların ise Mevla'sı yoktur.(11)

Şu bir gerçek ki, Allah, iman edip barışa/hayra yönelik işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Küfre sapanlarsa zevk edip eğlenmeye bakarlar; davarların yediği gibi yer-içerler.Varacakalrı yer ateştir onların.(12)

Rabbinden açık bir kanıt üzere olan, amelinin çirkinliği kendisine süslü gösterilip de boş arzularına uyanlara benzer mi? (14)

İçlerinden bir kısmı seni dinler, sonra senin yanından çıktıklarında, kendilerine ilim verilmiş olanlara şöyle sorarlar: ''Az önce ne söyledi?'' İşte bunlar, Allah'ın, kalplerine mühür bastığı kimselerdir, boş arzularının ardına düşmüşlerdir.(16)

Kılavuzlarını bulmuş olanlara gelince, Allah onların hidayetini artırmış ve korunma imkanlarını kendilerine vermiştir.(17)

İman edenler der ki, ''Bir sure indirilseydi olmaz mıydı?'' Fakat hükmü kesinleşmiş bir sure indirilip de içinde savaş da anılınca, kalplerinde maraz olanların, ölüm baygınlığına tutulmuş bir bakışla sana baktıklarını görürsün. Onlara uygun olan da odur.(20)

İtaat ve güzel bir söz! İş budur! İş ciddileşince, Allah'a verdikleri söze sadık olsalardı kendileri için daha iyi olurdu. Demek, iş başına gelecek olsanız/savaştan geri kalacak olsanız, ülkede fesat çıkarıp rahimleri parçalayacaksınız.(21,22) İşte bunlardır,Allah'ın kendilerine lanet edip kulaklarınız sağır, gözlerini de kör ettiği kimseler.(23) Peki,bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? (24)

Hidayet kendilerine açık seçik halde geldikten sonra arkalarına dönenlere şeytan fit vermiş, sonu gelmez arzuların/ümitlerin ardına takmıştır onları.(25)

Olacak olan budur! Çünkü onlar, Allah'ı öfkelendiren şeylerin peşine düştüler, O'nun hoşnutluğundan tiksindiler; sonunda Allah bütün amellerini boşa çıkardı.(28)

Yoksa o kalplerinde maraz olanlar, Allah kendilerinin şiddetli kinlerini hiçbir zaman ortaya çıkarmayacak mı sandılar?(29)

1)Hidayet geldikten sonra, ona arkalarını dönme

2)Allah yolundan alıkoymak.

3)Boş ve tutarsıza uyma,

4)Zevk edip eğlenme,yeme içme

5)Allah'a verdikleri söze sadık kalmama

6)Fesat çıkarma

7)Allah'ı öfkelendiren şeylerin peşine düşme,O'nun hoşnutluğundan tiksinme.

8)Kalplerinde kin.

İnkar edenler, kalplerine öfkeli taasubu, o Cahiliye taasubunu yerleştirmişlerdi. Allah ise huzur ve mutluluğunu resulünün, inananların üstüne indirmişti. Onları, takva kelimesine bağlı tutmuştu. Zaten onlar buna layık ve ehil idiler.Allah her şeyi çok iyi bilmektedir.(Fetih26)

Sadece bu ayet bile bize bir çok şeyi anlatmaya yetiyor.İnsanın kalbine nasıl baktığı,nelerin yeşermesine izin verdiği.Bu ayette de ilimden ve akıldan uzak kin,öfke ve cahiliye taasubunun yerleştirilmesini bir neden olarak gösteriyor, kalplerin mührüne.İnananların ise Allah tarafından huzur ve takvaya bağlı tutulumasının nedeni de açıklanıyor. Layık ve ehil olmaları.

Melda Yaşar

KUR'AN

Bu günlerde bir konu üzerinde çok düşünüyorum. Ve yazmak gerkesinimi duydum. Öncelikle ben Arapça bilmem,meal okuyorum. Anlamaya çalışıyorum. Ve bir çok konun farkına varıyorum. Kur'an öyle büyük bir kitap ki, öyle anlamlar sunuyor ki hayata dair. Her okuyuşumda farklı bir konular keşfediyor farklı bir güzelliğe tanık oluyor aklım ve yüreğim. Kur'an öncelikle bir fizik, kimya, matematik,hukuk gibi bilimleri içeren bir kitap değildir diye düşünmekteyim. Değildir ancak bu bilimlere dair mucizelerle doludur. Ve bu mucizeleri, olayları kavramımız da bu bilimlerde derinleşerek ancak yorumlayabilir, gerçeklere vakıf olabiliriz.

Kur'an bunların da üzerinde bize çok önemli ilkeleri veriyor. Bu ilkeler çerçevesinde sistem geliştirmek işi bize düşüyor. Ve bu ilkeler doğrultusunda yaşamak, en uygun sistemi seçmek bizim görevimiz. Kur'an'nın ilk ayeti OKU'dur. Oku yaradan Rabbinin adıyla oku. Allah'ın ayetlerini okuyun der. Allah'ın ayetleri nelerdir bunu da veriyor bize Kur'an. Allah'ın ayetleri öncelikle Kur'an olmak üzere tüm yarattıkları. Evren, insan herşey. İşte tüm bunları okumamızı, incelememizi emrediyor. Buna göre, Kur'an'ı, evreni ve insanı iyi okumamız gerekiyor.

Evreni okumak fizik, kimya matematik gibi daha çoğaltabileceğimiz bir çok bilimle mümkün olur.Ve biz insanlar bunları ne kadar iyi okursak o kadar Allah'a yaklaşmış oluruz. Ve okuduğumuz sürece dengeyi bozmadan yaşamak şerefine erişmiş oluruz. Dengeyi bozmayın der Kur'an. İnsanlar içinde Allah'tan en çok alimler korkar der. Kur'an insan fıtratına asla aykırı değildir. İnsan aklı ve mantığıyla çelişen bir tarafı asla yoktur. Bu anlamda Kur'an bize derki; biz kimseye yüklenebileceğinden fazlasını yüklemeyiz. Ve yine derki dinde baskı ve zorlama yoktur. Bu da gösteriyor ki Kur'an baskıyla zorlamayla değil kendi bilgisi, aklı yüreğiyle farkına varsın gerçeklerin. Yani Kur'an aklı ve yüreği özgür bireyler istiyor. Bizim bu noktada yaptığımız yanlışlardan iki tanesi. Her şeyden önce okumuyoruz. İkincisi okurken yapmamız gerekeni de tam olarak yerine getiriyor muyuz? Yani kur'an'nın özgür bireyi olabiliyor muyuz?

Kur'an'ı okurken ideolojik ve siyasal saplantılarımızın zemininde mi okuyoruz? Aslında beynimiz ve yüreğimiz arınmış sadece bir insan olarak okumak gerekiyor. Birtakım siyasi ve idelojik saplantılar zemininde okunduğunda, bize verilen mesajlar da o zeminler üzerinde bir anlam ifade ediyor. Ve verilmek istenen mesajlardan gerektiği gibi faydalanılamıyor. Dünyanın ve insanlığın bugün geldiği noktanın , Kur'an'ın gelinmesini istediği noktadan çok uzak olduğunu görmek de çok zor değil.

İnsan yaradılışıyla bir bütündür. Kur'an ilkeleri koyar,bu ilkeler dengeleri bozmadan, Allah'ın yarattığı fıtrata ters düşmeden sistemler geliştirmeliyiz. Rum suresi 30.ayet

'' O halde, sen yüzünü,bir hanif olarak dine, Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir.Allah'ın yaratışında/yarattığında değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çokları bilmiyorlar.''

Tam bu noktada şunu söylemek istiyorum. Dünya tarihine ve geliştirilen sistemelere bakarsanız bunu apaçık görürsünüz. İnsan fıtratına ters sistemler her zaman çökmeye mahkumdur.Zaten bu bir zulümdür. Zulüm de Kur'an'ın savaş açtığı en büyük durumlardan bir tanesi ve belki de en önemlisidir.Bugün insanlığın çektiği sıkıntılar ne diye bakarsanız, görürsünüzki; insanaoğlu Allah'ın koyduğu ilkeler doğrultusunda dengeyi koruyarak, yaradılış gerçeğine uygun bir biçimde yaşatmak yerine, tüm dengeleri bozma noktasına gelmiştir, bu anlamda. Kur'an'ın deyimiyle çeşitli hırslarla azmıştır.

Allah biz insana yüklenebileceğinden fazlasını asla yüklemeyiz, Allah hiçbir zaman zulmetmez derken insanoğlu kendi kendine zulmetmektedir.Mal ve saltanat hırsı uğruna insnalar üzerinde hüküm sürmek insnaları sömürmek gafletine düşmüştür.Hiç kuşkusuz her devirde insanlara zulmeden firavunlar türemiştir.Devrine göre bu firavunlar şekil değiştirmiş,isim değiştirmiştir.Kendi saltanat ve refahları uğruna, gücünü korumak uğruna aralarına nifaklar,kin, nefret sokarak insanları,milletleri,toplumları bölmüşlerdir.Ama şu da bir gerçektir ki, her toplum kendi firavunlarını kendileri yaratırlar.Bunları ister korkudan, ister işine öyle geldiği için olsun,sebep ne olursa olsun besleyenler destekleyenler olduğu sürece firavunlar hep sahnede olacaktır. Şimdi bu konularda ayetlere bakalım;

Rum,32.ayette ''Onlar ki dinlerini parçalayıp hizipler/ fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip öğünür.''

Müminun,53. ayette '' Fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp çeşitli zübürlere/ kutsallaştırılmış hizip kitaplarına ayırdılar.Her hizip, yalnız kendi yanındakiyle sevinip öğünmektedir.'' (53)

Zühruf ,54,55. ayetlerde ''İşte Firavun toplumunu böyle küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan sapmış bir toplum idiler. Onlar bizi bu şekilde öfkelendirince, biz de onlardan öç aldık; hepsini suya gömüverdik.''

Yazan: Melda yaşar

1 Aralık 2010 Çarşamba

ŞEKİLCİLİK

Geçen gün okuduğum bir haber çoktandır kabaran duygularımı yeniden canlandırdı. Okuduğum haber şöyleydi. Cuma öğretmenimiz bir köyde çok başarılı bir öğretmen. Ve bir gün öğrencilerine cesaretten ve farklılıklardan bahsederken, bir öğrencisi diyor ki ''Hocam sizde farklı olma cesareti var mı?'' Cuma öğretmen olduğunu kanıtlamak için kulağını deldirip küpe takmaya başlıyor.Ve bu süreçte olanlar oluyor. Neredeyse işinden olacak. Çekmediği kalmıyor, bu küpe yüzünden.Başka okula atanıyor. Ve bunun sonucunda öğrencileri de farklılıkları göstermenin nasıl sonuçlanacağını böylece öğrenmiş oluyor. Cesaretin kırılması ve korkudan başka bir şey öğretmiyor çocuklara bu olay. Sizce bundan sonra o çocuklar nasıl hareket eder,özgür olabilir mi acaba? Bu olayı okuyunca hemen yine düşünmeye başladım daha doğrusu kendimi buna zorunlu hissettim. İnsanların şekilleriyle, ne giydikleriyle, saçıyla başıyla uğraşmaktan, onların ne kalbinin güzelliğini veya çirkinliğini, ne de yaptıklarının güzellliğini-çirkinliğini görüyoruz. Gözlerimizin gördüğü şeklinden hemen bir yargıya varıyor, tepki gösteriyoruz. Ve bu şekilcilik maalesef ki, ülke gündemini bile meşgul eder hale geldi ne zamandır. Ve asıl konuşmamız gereken gerçeklerden hep uzak kalıyoruz. Şimdiye kadar dindarım diyen insanlar bıyıklarıyla giydikleriyle,türbanlarıyla, göstere göstere yaptıkları ibadetletleriyle ben daha dindarım demek istedi ve hep bunu gösterme çabasında oldu. Neden? Bunu yapmayanları ya da bir şekilde toplum önünde göstermeyen insanları dinsizmiş gibi algıladı. Ya da öyleymiş gibi gösterdi insanlara.Kısacası dinsizlik etiketi yapıştırdılar. Bunu yapanlar şunu bilsin ki, bu yaptıkları tamamiyle bir gösterişten, şekilden ibarettir ve asla daha dindar olmanın bir ölçüsü olamaz. Bu toplum içerisinde bir ayrıcalık ve üstünlük kazanma çabasından başka birşey değildir. Artık yaşadığımız süreç bu anlamda ayrıcalıklı ve üstün bir sınıf oluşturmaya başladı. Oysa ki bu yaratılan sınıflar bölünme ve parçalanmadır ki bu da Kur'a'n'a tamamiyle ters bir davranıştır. Şekilcilikle öyle çok çeşitli sınıflar oluşmuş ve işin ilginci bu sınıflar birbirine pek iyi bakmaz hale gelmiş hatta daha da ileri gidip din dışı ilan etmiş diğer bir sınıfı. Oysa ki bunca bölünmüşlüğe karşı bir tek Kur'an var. İslamiyet şekilcilikle, şekille sınırlandırılamaz asla. Ama öyle günlerden geçmekteyiz ki din sadece şekle hapsedilmiş durumda. Bunu yapan insanlar da dine zarar vermekten başka bir işe ortak olmuyorlar.

Ben hiç kimseye inancımı ispatlamak zorunda değilim. Ve bu anlamda da inancın gösteriş unsuru olarak, şeklen herkesin gözü önünde yapılmasını doğru bulmuyorum. Bu durum çok özel bir durumdur ve herkesin içinde, bu özelliğini güzelliğini kaybediyor diye düşünmekteyim. İbadeti kimin için yapıyoruz,Allah için, Allah ile aramdaki diyalogdur benim.Peki o zaman bunu insanlara niye göstereyim ki. Sonra öyle insanın şekline bakarak dindarlık yargısına varılamaz.

Aynı şekilde Atatürk olan sevgimi de, Atatürkçülüğümü de kimseye rozetle, dış göünüşümle ispatlamak zorunda da değilim. Atatürk'ün düşüncelerini yaşatabildiğim ve uygulayabildiğim kadar Atatürkçüyümdür ben. Milliyetçilik için de aynı şeyleri söylemek mümkün.

Düşünyorum da yıllardır, bizim millet olarak değer yargılarımız sahiplenilmiş. Ve bu saydığım tüm değerler de aynı şekilde şekilciliğe hapsedilmiş. Uygulamaya gelince bakın bakalım bugün hangisi gerçek anlamıyla, özünde hayatımızda var? Bunu özellikle de bu değerleri sahiplenen insanlara soruyorum. Hangisi yaşıyor ülkemizde? Hiçbiri yok ortada. Eğer gerçekten samimi olsaydınız bugün onlarca sıkıntıyı yaşıyor olmazdık ülke olarak. Eğer gerçekten samimi olsaydınız, bu sahiplenmiş olduğunuz değerlerin gereklerini tam olarak yapardınız ve bugün ülke gündemi şekilcilikle bu kadar meşgul olmaz, daha başka şeyler tartışıyor olurduk. Bu ülke, bu devlet bugün kurulmadı beyler bayanlar. Muassır medeniyetin üstüne çıkmış, dünya devletlerine önder, bize Allah tarafından lütfedilen, emanet edilen dünya cennetine sahip çıkan, sahip çıkmayanlara dur diyebilecek, dünyanın herhangi bir köşesinde işlenen zulümlere dur diyebilecek başı dik, mağrur ve adaletli bir ülke olurduk. İşte Büyük Atatürk'ün muassır medeniyetin üstüne çıkma hayali buydu diye düşünüyorum.

Ve dindarım diyenler için de şunu söylüyorum, Kur'an'ın anlattığı İslam da budur işte. Kendin için,çevren için, ülken için ve insanlık için hayra ve barışa yönelik işler yapmak. Her daim adaleti, ve her alanda dengeyi korumak.

Ve diyorum ki bu değerlere sahip çıkanlar, var mı cesaretiniz bunu yapabilecek? Varsa cesaretiniz buyrun beri gelin. Yoksa eğer hiç konuşmayın artık. Savunmayın hiç bir değeri.

Bugün 10 kasım ve bugün bunları yazmaktan, bugün ülke olarak bunları tartışmaktan hicap duyuyuyorum.Atam seni saygı, sevgi ve özlemle anıyoruz. Ve Atam özür diliyorum; Sen'in hayaline sahip çıkamadığımız ve bu anlamda bir adım ileri gidemediğimiz için.

Ruhun şad olsun...

Melda Yaşar 

FANATİZM VE ETİKETLER

Son zamanlar da bakıyorum bakıyorum da çocuklarımız bir sürü koşuşturmacanın içinde sıkışıp kalmışlar. Nefes bile almakta zorlanıyorlar adeta. Zorlama ve baskı da cabası. Çocukluklarını yaşamalarına izin vermiyoruz. O küçücük oyun çocuklarına bir çok ağır yükler yükleniyor. Maalesef ki kendi dayatmalarımızla çocuklarımız kendisi olmuyor, siz oluyor kıyafetinden, saçından başından tutun da nerede nasıl okuyacağına kadar hayatının her aşamasına kadar, hiç onun ne istediğine özelliklerine yetenekelerine ve ruhuna bakmadan. Ve yıllarca yüreğinde bunların eksikliğini taşıyor.Nereye gitse götürüyor yanında, hiç yanımızdan ayırmadığımız çantamız gibi. Ve çocukluğunu yaşayan bu eksikliği taşımayan çocuklara karşı hem bir özenti içerisinde olmakla beraber hem de yüreğinde kin biriktiriyor diğrelerine. Böylece diğerleri hep öteki olarak kalıyor onun gözünde, ÖTEKİ. Belki de düşman olarak görüyor tüm ötekileri. Ve ne pahasına olursa olsun ezip geçmeyi öğreniyor. Ve bu durum öyle bir yansıyor ki topluma. Ekonomik, sosyal, siyasal ve dini yönlerden hep ötekileşiyoruz. Ötekileştikçe FANATİKLEŞİYORUZ. Fanatikleştikçe düşünme, araştırma, olup bitenleri ojektif bir biçimde görme yetimiz kayboluyor. Fanatikleştikçe bilimsellikten ve akılcılıktan uzaklaşıyoruz. Ve yine fanatikleştikçe sembollere, kişilere, içi boşaltılmış kavramlara körü körüne saplanıp kalıyoruz. Fanatikleştikçe fikirleri tartışmaktan, fikir üretmekten ve üretilen fikirlere sahip çıkmaktan uzaklaşıyoruz. Bunu yapmak bir yana fikir üreten insan öteki ise hiç düşünemden düşman kesiliyoruz ona. Yıllarca insnların kendi çıkarları menfaatleri uğruna üstünü örttüğü gerçekleri ortaya çıkaran insanları taşlıyor,elimizden gelen eziyeti yapıyoruz. Öyle ya yıllar yılı yerleşmiş kalıplaşmış hiç bir dayanağı olmayan tabuları yıkmak o kadar kolay değil. Fanatikleştikçe etiketlerimiz de artıyor, her alanda. Artık karşımızdakine etiketine göre değer verir olduk. Bir türlü beceremez olduk, karşımızdakine etketsiz, insan olarak bakmayı. Böyle olunca da hiçbir etikete sahip olmayan insanların yaşaması o kadar güçleşiyor ki hayatta. Çünkü böyleleri etiketi, etiketlemeyi asla kabul etmez. Onun, kendisinin özgürlüğünü kısıtladığını bilir. Çünkü hep kendi doğrularının peşindedirler. Ve karşısındakine sadece insan olarak bakar. Mücadelenin en çetinini de böyle insanlar yaşar. Tabi meselenin bir başka boyutu daha var. Karşınızdakini ne kadar insan olarak görmeye çalışsanız da, etiketini gururla taşıyan, fanatizm eseri insanlarla karşılaştığınızda, ister istemez geri çekilmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü onun tüm doğruları etiketinde saklı. Sizi kabullenmiyor bir türlü. Kendi etketindeki sahip olduğu doğruları size kabullendirmeye çalışıyor. Sizde kendi etiketini görmek istiyor. Göremeyince de doğal olarak ya sizi dışlıyor, ya size düşman oluyor ya da çekip gidiyor. Elbette ki, herkesin aynı olması beklenemez, elbette ki birbirine benzer insanlar bir arada olacak. Bu çok doğal. Ancak bu fanatizmin getirdiği etiketler eğer insana, insanlığa zarar verecek bir boyuta geliyorsa ve bu yüzden insanlar bölünüp parçalanıyor ve aynı ortamlarda birlikte yaşamaz hale geliyorsa bunun üzerinde durup derin derin düşünmek gerekiyor. Ben bu etketle işimi götürüyorum, işlerim yolunda diyenler de var elbette bunların içinde. Ancak gerçek olan bir şey var ki ne kalp tek başına bir işe yarar ne de aklını kullanmak tek başına. Kalbi devre dışına bırakan insanlar beyinlerini sadece kendi menfaatleri doğrultusunda kullanan kişiler haline gelirler. Aklını devre dışı bırakıp da sadece dünyaya kalp gözüyle bakanlar da her daim kandırılmaya müsait insanlardır. Fanatizmin esiri olmaya her daim adaydırlar. Oysa ki tablolar tek renkten oluşmazlar. Bir çok rengin o muhteşem uyumuyla bakanları hayran bırakan bir eser haline dönüşürler. Ruhumuzu coşturan eşssiz bir müzik senfonisi tek notadan oluşmaz hiç bir zaman. Tüm notaların ahenginde gizlidir güzelliğinin sırrı. Farklılıkların her biri birer bir renktir bizim için, güzel bir tablo kadar, ruhumuzu coşturan bir müzik eseri gibi hayatımızı güzelleştiren.

Melda Yaşar

12 Ekim 2010 Salı

AYNI DENİZLERİN ÇOCUKLARI


Bizler tek başımıza bir küçük bir dere, akarken sessizce tek başımıza bir hiçiz. Geçtiği yerlerde başka dereler, küçük akıntılar da karışır ve büyür büyür kocaman bir akarsu olarak dökülürler aynı denizlere, arı duru bir halde. Kimilerimiz bir şelale gibi çağlayarak coşkuyla katılırken bu akışa, kimimiz sakin ve sessizdir getirdiği yükün ağırlığıyla, belki biraz da düşünceli.Her birimiz kendi akışımızda bir hiçiz eksiğiz aslında.Her birimiz bir diğerimizn eksiğini tamamlıyoruz. Böylece bütüne doğru bir yol alıyoruz. Sen olmazsan ben olmam,ben olmazsan sen de yoksundur. Tek başımıza bir hiçlik denizinde boğuluruz da hiç kimse duymaz sesimizi. Bu şekilde baş edilmez bulanık sularla, karanlık girdaplarla, kayboluruz. Yüreğinde sevgi olanlar hep aynı denizlere dökülürler aslında.Ve yüreğinde sevgi barındıran küçük dereler eninde sonunda birleşirler bir noktada mutlaka. Ve hiç kimse durduramaz bu akışı. Çünkü yürek ve akıl birliğidir bunun adı. Bazen Öyle bir yağmur başlar ki, sağnak sağnak. Her yağan damla yüreğinize damlar, vurur vurur. Her yeri sel alır, balçık, pislik olmuştur. Evinizin bahçesinin duvarlarını alır götürür ve duvarın altında kalmıştır, en sevdiğiniz köpeğinizin kulübesi. Köpeğinize yanarken içiniz, yağmurun altında öylece kalakalırsınız, çaresiz.Bir an düşünürsünüz. Bir ses fısıldar durur size köpeğin orada, köpeğin orada. Bu arada yağmur alabildiğine hızlanmıştır ve sırıl sıklam olmuşsunuzdur. O sesin verdiği acıyla koşarsınız bir ümitle kulübenin olduğu yere, ''Hayatta kalmalısın geliyorum'' diyen yürek sesinizle. Bakarsınız ki kulübeyi kaldırdığınızda yaşıyor,yaşıyor,yaşıyordur. Ve o anda köpeği çıkarmaya çalışırsınız ama gücünüz yetmez kaldırmaya ve en sonunda ayaklarınız gömülürken balçık çamura, bir anda kaldırıp fırlatırsınız bir hamleyle.Ve işte kurtulmuştur.Aslında siz de inanamazsınız yaptığınıza, köpeğe dokunmaya, yanına yanaşmaya korkan siz, köpeği kucakladığınızı fark edersiniz. Yağmura bir de gözyaşlarınız eşlik etmeye başlamıştır. İşte yağmurun hikmeti dersiniz de sellerin,balçığın bile önünde duramayacağı bir duyguyu keşfedersiniz. Hayatta böyle değil midir? Mücadele edersiniz, mücadele edersiniz ama sonuç alamazsınız. Hayatınız hep mücadeleyle geçmiştir hep boşa çıkmıştır. Ve dersiniz ki; insanlar bunları hiç çaba harcamadan, mücadele etmeden elde ediyor. Ama ben niye yapamıyorum. Kendinizi yenik hissedersiniz, emekleriniz boşa gitmiştir. Oysa ki şöyle bir düşünürseniz bulacaksınızdır nedenini. İstediğinizi sandığınız şeyi gerçekten, yürekten hissediyor musunuz? Sonra, eğer bir mücadeleyi kaybetmişseniz yanlış taraftasınızdır ki bu da göreceli bir kavramdır. Eğer yanlış tarafta olup başarılı olmaktansa, kendi doğrularınızın tarafında yenik olmayı tercih etmişseniz, bu sonuç çok doğaldır. Evet sonuca üzülürsünüz ama huzurlusunuzdur. Bir de eğer mücadeleniz kirlenmişliğin, bulanıklığın içinde ise ya da bir bataklıktaysa, bataklığın içinde mücadele edemezsiniz. O zaman geri çekilip bir nefes alıp şöyle bir etrafı izlemek durumundasınız. Yoksa bataklıkta siz de batarsınız ve kaybolursunuz. Onun için mücadeleye bataklığın kurutulmasından başlamanız gerekiyor. Bu da tek başınıza olmayacaktır elbette. İşte burada yürekleri aynı denize dökülen insanlar bir ırmak, bir akarsu oluşturmak zorundadır. O yüzden mücadele için zamanın da olgunlaşması gerekir. Zamanı gelmemiş bir mücadele yenilgiyle sonuçlanır daima.

Melda Yaşar